Yeşil Diyalog ve Gelecek

17-18 aralık 2006’da yeşiller hareketinin çağrısıyla Türkiye’nin ekoloji, yeşil ve çevre hareketleri bir araya geldi. Toplantının ilk günü sabah oturumlarında, nükleer enerji,  tohum ve tarım, ikim değişikliği ve küresel ısınma başlıklarında üç çalıştay düzenlendi. Aynı günün öğlen oturumunda ise ekoloji politikaları başlıklı forumda toplam on bir katılımcı ekoloji hareketinin geleceğini ve Türkiye’de yaşanan sorunlar üzerinde tartışma olanağı buldu.

Yeşiller’in başarılı organizasyonu ve misafirperverliği ise forum bölümünde yapılan tartışmaların derinleşmesine yetmedi. Neyse ki oturum saatleri dışındaki aralarda konuşma ve tartışma olanağı bulan katılımcılar bu eksikliklerini kapatmaya çalıştılar. Toplantının genelinden anladığımız kadarıyla nispeten yoğun bir katılımın gerçekleştiği bu toplantılar serisine bu yoğun ilgiyi yeşiller de beklemiyordu. Bu nedenle toplantılarda yapılan tartışmalar havada kaldı ve somut politik işbirliklerine odaklanamadı. Ama en azından böyle bir sorunu gündeme taşıması açısından yapılan buluşma önemliydi.

 İstanbul ve Ankara dışından katılan aktivistler genel olarak yörelerinde yaşadıkları “çevre” sorunlarını ve bu sorunlara karşı nasıl mücadele edecekleri üzerinde durdular. Temel olarak bu tartışmalarda iki ana yön belirdi. Birincisi hukuk mücadelesinin bu hareketlerin temel nirengi noktası olduğu ikincisi ise yörelerinde gündemlerine aldıkları “çevre” sorunlarının genellikle ekonomik temelli sorunlardan kaynaklandığı anlaşıldı. Tunceli, Yusufeli, Maraş Narlıca, Tarsus, Antalya, Afyon bölgelerinde yaşayan aktivistler Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik sistemin sıkıntılarını yerellerinde duyumsamışlar ve bunlara karşı bir mücadele hattı gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Ancak bu noktada bu hareketlerin en temelde karşı karşıya kaldıkları iki sıkıntı toplantının ruhuna da etki etti. Bunlardan birincisi, hukuk devletinin kanun devletine sıkıştığı ve yargı kararlarının uygulanmadığı bir ülkede toplumsal mücadelenin temelini hukuksal mücadeleye sıkıştırmak, ikincisi ise temelde kalkınmacı ve ekonomist bir eksene alternatif olduğu düşüncesiyle politik yaşama katılmaya çalışan çevreci hareketlerin alternatiflerinin de tam da eleştirdikleri ekonomist bakış açısına mahkûm olma tehlikesini barındırması.

 Baraj yapımına karşı turizmi dillendiren bir aktivistten sonra turizm nedeniyle orman katliamıyla karşı karşıya kalan bir başka aktivistin temel mücadele zemininin nasıl oluşabileceği ve hangi noktada bu mücadelelerin buluşabileceği yanıtsız kaldı. Bu politik zemini tarif etmekte yaşanan sıkıntı aslında kendi yöresinin sorunlarına dikkat çekmeye çalışan yerel aktivistlerin ne kadar yerele hapsolduklarının imlenmesi açısından kayda değer bir tezatlık oluşturuyordu. Problemlere kendi ölçeğinden bakmak ve her nasılsa kendini ekoloji, yeşil ve çevre hareketinin içinde bulmuş bu aktivistleri temel bölenin düşünsel ve ideolojik bir çevreci kimlik olmadığı anlaşılıyordu. O halde bu temel bölen ne olabilirdi, bu insanları ve örgütleri aynı gün ve saatte bir araya getiren şey ne idi. Konuya basit ve kolayca verilebilecek bir yanıt yok elbette. Ancak bu gidişat, taşrada çevreci “sivil toplum kuruşlarında” ön plana çıkmanın bir tür siyasal ve ekonomik mevki edinme biçimine dönüştüğü, taşranın dönüşümünde bu türden kalkınmacı sivil toplum kuruluşlarında boy göstermenin yeni bir cemaat ilişkisi, himaye biçimi ve kendinde cemiyetleşme niteliği taşıdığı gözetilmelidir. Ekonomizme ve kalkınmacılığa odaklı çevreciliğin varacağı nihai noktanın bir tür taşra elitizmine dayalı bürokratik çevrecilik olacağı bunun da verili siyasal yaşamımıza bir alternatif niteliği taşıyamayacağı görülebilir. Toplantıdaki ekoloji, yeşil ve çevreci hareketlerin bir tür halk hareketini dönüşüp toplumsallaşması ve bir birleriyle politik bir zeminde harmanlanmaları için birinci elden mücadele etmesi gereken noktanın bu olduğu ortaya çıktı. İkinci nokta ise sivil toplumculuğun uzantısı olarak bir tür gelir kapısına dönüşen “toplumsal duyarlılık” olarak çevreciliğin önünün alınmasının gerekliliğiydi. Profesyonel çevrecilik, fonlarla ayakta kalmaya çalışan çevrecilik eninde sonunda verili çevre sorunlarının kendi varlık sebepleri olduğunu gördüğü sürece bu problemlerle köktenci bir hesaplaşma içine girişmemektedir. Çevreciliğin bir toplumsal hareket olmasının önündeki bu engel aslında ona içkin ve onu besleyen kalkınmacı ideolojinin bir yansıması olarak da görülebilir. Bu noktada toplantıya katılan çevreci cenahı bir araya getiren temel bölenin, bir tür tanımsız “çevre sorunları yumağı” olduğu görüldü. Buna karşın bu sorunlara karşı mücadele eden öznelerin siyasal ve ideolojik aidiyetleri, ekoloji hareketinin temel aldığı siyasal felsefi argümanlarla taban tabana zıt bir karakter taşıdığı da anlaşılıyordu.

 Yeşil hareket içinde bulunan arkadaşların ise ideolojik ve politik bir bütünlük inşa etmek adına giriştikleri asgari parti programı taslağı ise hak ettiği kadar kendini tartıştıramadı. Bu noktada belki de asıl sıkıntı yeşil hareketin içinde yer alan siyasal öznelerin bir birinden farklı örgütlenme ve siyaset anlayışlarının, hareketin ve öznelerinin politik mücadelelerin içinde eriyik haline gelememekten ve ideolojik hegemonya kuramamaktan kaynaklı olarak, hep ön plana çıkmasıydı. Tartışmaların bir tür örgüt tartışmasına boğulması, öznelerin hareket ve parti tartışmaları arasına sıkışmış olması, yeşil hareketin belirsiz bir siyasal gelecek doğrultusunda partileşme eğilimine doğru eğildikleri izlenimi yarattı. Birde kendini sola rağmen ve solla hesaplaşarak kurma girişimleri solun Türkiye’de etkisinin kapladığı alan kadar, belki de ondan daha cılız, bir etki alanı yaratıyordu. Oysa ki siyasal iktidar hedefini netleştirmiş ve temel olarak da Avrupa Birliği, Kürt sorunu ve kalkınmacılık konularında asgari uzlaşma sağlamış,  liberalizmle ve muhafazakarlıkla hesaplaşmış bir yeşil parti, ekoloji, çevre ve yeşil harekete yön verebilecekken bu olanağı doğru değerlendirebilecek bir perspektife yaklaşma olanaklarını da örgüt tartışmasıyla boğma tehlikesini barındırıyor gibiydi. Bu zemin aynı zamanda yeşil hareketin doksanlı yılların başında siyasal bir parti olarak yükselişi ve kapsayıcılığını da daraltıyor, hareketler yeşil siyasetin önüne geçiyordu. Bu zemin elbette yeşil diyalog toplantılarını bir politik tartışma zemini haline getirmeye yetmiyor. Oysa hem ülke siyasetinde hem de yerel siyasette bütünlü bir programatik yeşil bir eksen temel olarak yukarda ki sorunları çözecek refleksleri barındırmadığı sürece sönümlenme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak gibi. Oysaki, Yeşiller, siyasal geleneğimiz ve geleceğimiz açısından bir olanağa dönüşebilir, bu olanak siyasal bir alternatif olarak değerlendirilebilir. Bunun için elbette mayınlı tarlalara girmek gerekiyor.

 Ekoloji hareketi ve ekolojist kanat ise önüne aldığı temel hedef olan toplumsal tabana dayalı kitlesel toplumcu ekoloji hattını inşa edecek bir örgütlü güce bugün için sahip değil. Ekoloji hareketinin içinde, Nükleer karşıtı mücadele, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara hayır kampanyası, Tohum Yaşamdır süreci gibi hareket temelinde inşa girişimleri en temelde hareketlerin ideolojik dinamosu olma girişimin bir parçası olarak görülse ve olumlu değerlendirilecek olsa bile bu süreçleri örgütlü bir politik birlikteliğe dönüştürme konusunda da eksiklikleri oldukça fazla görülüyordu. Buna karşın Kürt hareketinin ve sosyalist kanadın içinde filizlenen “çevreci” duyarlılıkları ekolojist bir programatik eksende bütünleştirebilecek toplumsal mücadele zeminine yavaş da olsa su taşımaları, önemsedikleri asıl noktanın yeni bir toplumsal mücadele zemininin anti kapitalist, emek eksenli bir ekolojist programa dayalı mücadele hattı olduğu izlenimini cılız da olsa hissettirdi.

 Ekoloji hareketine siyasal özneler yetiştirmek için hareketi fetişleştirme sorunuyla karşı karşıya kalmaları, tüm bu zeminde, “ekoloji kolektifi” temelinde beliren yeni politik biçimleniş, ekoloji, çevre ve yeşil hareketin siyasal öznelerinden biri olarak belirmesinden öte bir anlam taşımıyor.

Tüm bu siyasal aktörleri bugün için derleyip toparlayacak temel nokta ise, belki de ekoloji kolektifinin forum sırasında tartışmak için ortaya attığı ama tartıştıramadığı, liberal ve muhafazakar kapitalist kampa karşı, seçim sürecinde nasıl bir iktidar istediklerini ortaya koyan somut bir deklarasyon temelinde bir araya gelmeleri bu hareketlerin asgari buluşma noktaları için temel bir başlangıç olabilir.  Ama yine de ekoloji, yeşil ve çevre hareketleri, onları politik bir güç olarak  bir araya getirecek temel siyasal argümanlar zemininden yoksun, politik olarak alternatif olma iddiası ve ufkundan uzaktır. Bir tür sivil toplumculuğa mahkûm olmamak için atılan cılız adımlar ise hala tek umut ışığıdır.