Sağlıklı Kent Planlamasında Hukuksal Sorunları ve Güvenli Kent Yaklaşımı

kent-çevre ve saglık sempozyumu kapakBu geç saate kadar kaldığınız için hepinize teşekkür ediyorum.

Sunumumu söyle bir eksene oluşturmayı düşünüyorum. Benden bekleneni ne kadar verebi­lirim bilemiyorum ama önce şu sağlıklı kent planlamasını hukuksal sorunlar ve güvenli kent yak­laşımı başlığı içinde hukuksal sorunları çevreleyen sağlıklı kent planlamasındaki sağlık üzerinde biraz kafa yormak ve aslında hukuksal sorunları çabuk ve pratik ekseninin bu sağlık kelimesi et­rafında görüldüğünü size ifade etmeye çalışacağım.

Bu planlı yaklaşıma hukuki bir bakış açısı getirmek açısından aslında oldukça önem arz edi­yor. Çünkü aslında mesele sağlık kavramının bizati modern bir kavram olarak icadında yattığını düşünüyorum. Hepimizin bildiği bir hikaye var , 16. y.y.dan günümüze kadar küçük bir modern­leşme sürecimiz, aslında yeni kavramların yeni toplumsal değerlerin bir icadı olarak, toplumsallı­ğa ilişkin kavramları yeniden icadına ilişkin her okunabilir sağlık, çöp ve bunun gibi pek çok çağrışımlarla  ilgili ilk okumaya başladığınız zaman, temiz kentler, kirli kentler üzerine okuyacağınız şeylerden birisi Fransa’da Bonapart’ın kraliyet bahçesindeki şişlerin nasıl toplatıldığı nasıl dışarı çı­kartıldığı ile ilgili ve kraliyetin yavaş yavaş olgun bir burjuvaziye çıkışının anlatıldığı bir hikayedir. Bu aslında bizim Türk milliyetçi kaynaklarında nasıl uygarlıkla örtüşmediğini sarayın bahçesine çiş yapan adamlar oldukları şeklinde anlatılsa da alında bu hikâyeyi biz başka şekilde de okuya­biliriz.

Engels’in İngiltere’deki işçi sınıfının durumunu anlatırken Manchester sokaklarının nasıl pis­lik içinde olduğunu anlatır. Ve tüm bu modernleşme hikayelerimiz, 16. y.y. dan bu güne kadar gelen hikayemiz, insanın toplumsal bedenine ilişkin olan sağlık kavramının insanın toplumsal be­deninin dışında bir varlık olarak, bir tüketim nesnesi olarak olgunlaşmasının süreci olarak a oku­yabiliriz.

Bu aynı zamanda sağlık kavramının bedenden kovulması hikâyesi olduğu gibi kamusal or­tamdan da kovulmasının hikâyesidir. Sağlık başlı başına bir tüketim nesnesine dönüşmeye başlar ve sağlık kavramı yan çıktılarıyla birlikte kendisini ortaya çıkarır. Bunlar bu salondaki mühendis­lerin, tıpçıların disiplin alanına girer. İşte çöp. Pislik, insan sağlığı, ruh sağlığı gibi kavramlarla bir­likte ortaya çıkmaya başlar. Sağlık kavramı bir meta haine gelmeye başlamasıyla birlikte bir tü­ketim nesnesine, onun alt başlığı olarak bir hijyen nesnesine dönüşünün hikayesini görmeye baş­larız. Tüm bir kentsel planlamanın hikâyesi aslında bizim toplumsal bedenimize ilişkin bir kavra­mın, mekânsal yansımasından başka bir şey değildir, insanın kendi bedeninin ürünü olan ve onunla birlikte yüzlerce, binlerce yıl yaşamış kendi bedeninin artıklarını, kendi toplumsal uygarlıklarının artıklarını o uygarlığın dışında görmeden nasıl yönete bilirliğinin hikâyesidir.

Kentsel planlama da bu modern hikayenin ekseninde kurgulanmış bir hijyen kültürünün par­çası olarak değerlendirilebilir.Konut alanlarının bir yerde planlanması, iş yerlerinin bir yerde planlanması, hastanelerin be­lirli yerlerde planlanması, bu insanın bedeninin ve toplumsal olayların varlığının parçalanmasının bir mekânsal yansıması olarak okunabilir.

Tüm bu hukuksal sorunlar dediğimiz sorunlar da hem kır-kent parçalanmasından yola çıka­rak hem de insanın modern parçalanmasının sonuçlarının nasıl planlanacağı, nasıl yönetileceği ile ilgili bir sorudur.

Burada belirli olarak almak zorunda kaldığımız şey her şeyden önce biz bedenin parçalan­mışlığını nasıl yönetebiliriz? Aslında hukuk tamamen böyle bir disiplin değildir, bununla ilgilen­mez ama bölünmüş parçalanmış bedeni onun toplumsallığının dışında nasıl yönetebiliriz bunu sormalıyız. Ya da çöpümüzü, çişimizi, hijyenimizi nasıl planlayabiliriz? Aslında bizim önümüze konulan modern planlama anlayışı bu.

Hukuk deyince bu bağlamda önümüze gelecek şey her şeyden önce mevzuat olmamalı diye düşünüyorum. Birincisi bu saydığım toplumsal verili ilişkiler. Bunu toplumsal veri saymak gereki­yor, ikincisi bununla birlikte siyasallığın nasıl kurgulandığı ve nasıl oluştuğu. Bunun dışında eko­nomi, politik ve kültürel düzey. Bununla birlikte toplumsal pratiklerimiz. Tüm bunlar aslında hu­kukun ilgi alanında değil hukukun doğrudan doğruya kaynakları olarak değerlendirilmesi gereken bir şey. Sadece biz hukuk dediğimiz zaman pozitif bir kutupla yani yasa ve yönetmeliklerle sınır­lı bir şey düşünme alışkanlığımızdan kurtulmamız gerekiyor.

Tüm bu eksen etrafında söyleyebilirim ki sağlıklı kent planlamasının sorunlarının en başında bu ifade ettiği modern parçalanmışlık gelir. Ama daha incelterek söyleyecek olursak bu parça­lanmışlığı ortak değerler haline getiren değerler kümesi, ortak davranış kalıpları oluşturma çaba­sıdır aynı zamanda hukukun görevleri. Ve size bunun üzerinden belirli toplumsal davranış kalıp­ları geliştirmeye çalışır. Her şeyden bu toplumsal davranış kalıplarından birisi var olan yazılı mev­zuata uygun hareket etme alışkanlığıdır. Bu, toplumu bir arada tutan en basit görgü kuralları ola­rak kabul edilir. Bu görgü kuralları bütünü aslında bizim çıktıları üzerinden konuştuğumuz kentin parçalanması, otoriter bir kent yönetimi ve kamusallığın kentte çöküşünü sonuçlarıyla örtüşebilecek, bunları aşabilecek boyutta olmadığını görmekteyiz. Buradaki temel sıkıntılarımızdan en önemlisi bugün hukuku en genel anlamda tüm toplumsalı kapsayıcı, tüm toplumun sorunlarını kapsayıcı, çözüm üretici bir perspektif üzerinden değil, belirli toplumsal çıkarlar ve belirli toplum­sal grupların inisiyatifinde kurgulanmış olmasından kaynaklanıyor. En mükemmel yasaları, en mükemmel düzenlemeleri de yapsanız, yani toplumsal çıkarı gözeten yasalar da yapsanız her şeyden önce bu yasaları insanlar hayata geçirmekle mükelleftir.

ikinci sorunuzda bugün kentte yaşayan insanların sağlıklı bir kentte yaşamasında yönelik elin­deki olanakları, yasalardan ve mevzuatlardan kaynaklı olanaklarını kullanamadığı, ya da kullan­maya kalktığında da yerel yönetimler tarafından bu olanakların iğdiş edildiği ile karşı karşıya ka­lıyoruz.

Üçüncü temel sıkıntımız da burada uzun uzadıya tartışılan bu en geniş, yasa koyucularında yöneticilerinde uymak zorunda olduğu kurallar bütünüyle her şeyden önce yasa koyucuların uy­mamasından kaynaklı sıkıntılarla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu üç düzey aslında kimi zaman birbirini kesen kimi zaman da kesmeyen üç düzey oluyor. Bu sorunlarla bütünlüklü bir mücadele perspektifi geliştirirken her birini ayrı bir başlık altında de­ğerlendirmek gerekiyor

Bu sorunların pek çoğunu aslında biz son beş yılda yapılmış herhangi bir kentsel yenilenme planlarına baktığımızda sağlıklı kent yaklaşımı dediğimiz şeyin nasıl bir şey olduğunu çok iyi gö­rürüz. Sağlıklı kent yaklaşımı denilen şey aslında kentin bir tür hijyenize edilmesi, sterilize edil­mesi projesidir. En yakın örneğini yakın zamanda yaşamaya başlayacağız. Bir buz deneyimi ya­şayacağız. Buz tarihi ve kentselliği projesiyle karşı karşıyayız. Şu anda büyük şehir projesinin al­tında projeler oluşturuluyor ve koruma bölge müdürlüğü de onları usulen onaylayacak ve geçe­cek. Bu hijyenleştirme projeleri aynı zamanda kentsel sosyal dokusunun içinde birer bütün ola­rak artık çöplerimiz gibi ortadan kaldırılması gereken birer unsur olarak nitelendiriliyor. Bunun en basit örneğini Keçiören belediyesinde gördük. Keçiören belediyesi A Takımıyla beraber ken­tin çakallarını, yaşlılarını, yoksullarını açığa çıkartmıştı. Şimdi bununla biz bir toplumsal proje ola­rak karşı karşıyayız. Dünya bankası başkanı geçen eylül ayında İstanbul’da kentsel yenileme pro­jeleriyle ilgili bir sunumda peki bu insanlar nereye gidecek sorusuna karşılık bu beni ilgilendirmi­yor demişti. Bu sterilizasyon projelerinin bir sonucudur. Sertleşmenin nasıl yapılacağı değildir bu­radaki önemli olan, bu kavramın direk kendisiyle ilgili bir sıkıntı vardır. Yoksullar bir şekilde bu sağlıklaştırma projeleriyle şehirden uzaklaştırılacak ama bu tabiî ki sağ hükümetlere atfettirilecek bir politika değil. Aslında bu projeler 90’lı yıllarda başladı. O yıllarda dikmen, portakal çiçeği va­disi sağlıklaştırma projesi olarak hayata geçirilmeye başlandığı zaman ilk yapılan şey, toplulaştır­ma yoluyla yoksulların mülklerine el koymak suretiyle buradaki kentsel rantı belirli bir sınıfın eli­ne vermek, yeni ticaret burjuvazisinden sanayi burjuvazisine geçmeye hazırlanan Ankara burju­vazisinin eline emanet etmek işlemiydi. Bu lokal bir projeydi. Sosyal demokratlar bunu lokal bir proje olarak öngörmüşlerdi. Yeni Ankara Büyük Şehir Belediyesi ve AKP hükümeti ise artık bu­nun sınırlarını zorlayacak şekilde tüm kentsel rantı bir sağlıklaştırma projesinin içine girdirmiş bu­lunuyor. Burada önlerindeki en temel sıkıntı kafalarındaki toplumsal projeyi nasıl yasal hale getirecekleriyle ilgili bir sorun. Sıradan bir önerme sunuyorum; bu ilkenin topraklarını satabiliriz, el kaldırıyorum ve bu ülkenin topraklarını satmak yasa haline gelmiştir ve bu yasaya uygun olarak toprakları satabiliriz. Yani yasal olarak her zaman meşru değildir. Bugün yaşadığımız temel sıkın­tı da yasal olanla meşru olan arasındaki gerilimdir. Meşru olan hala bu ülkede sağlıklı bir kent, kentle kır arasındaki uçurumun bu kadar derinleştiği bu toplumsal koşullarda bu açığı kapatacak ve sağlığı yine insan bedenine ait bir kavram olarak getirecek şey, kent topraklarının toplulaştı­rması, kamusallaştırılması ve kolektif bir bilincin toplumsal hayatta üretilmesinden geçmektedir. Biz bunu sahiplenirken yasal yönetmelikleri değil aynı zamanda meşruiyetini hukukun en genel ilkelerinden insanın mutlu yaşama ilkesinden alarak bunu kurgulamak zorundayız. Bunun dışın­da kurgulanacak temel yöntem ya da araç hukuksal bir mücadele pratiğini başlı başına bir mev­zuat pratiği haline dönüştürmek ciddi bir sıkıntı haline gelecektir. Meslek odaları ve barolar, di­ğer demokratik kitle örgütleri bu mücadelenin önemli biri birleşeni olarak kendilerini var etmeye devam etmelidir. Ama her şeyden önce bu hakkın öznesini yaratacak bir perspektife sahip ol­mak gerekir. İster çevre mücadelesi ister yaşanılabilir kent mücadelesi her şeyden önce bu hak­kın özneleriyle toplumsallaşabilir. Bu kurumlar bu mücadelenin önemli köşe başlarıdır. Ama di­rek öznesi olarak düşünülmemesi gerekir.

Bu konuda güvenli kent yaklaşımının açılımını aslında ben bilmiyorum, daha doğrusu litera­türde böyle bir kavramın olup olmadığını bilmiyorum. Benim konuya dair size sunabileceklerim bu kadar teşekkür ederim.